Tuesday, 29 December 2009

Müşterinin dönüşümü: Nasıl zor müşteri oldum?

Herşeyin nasıl başladığını anlatmam lazım. Zor müşteri olarak mı doğdum, hep mi böyledim? Tabii ki hayır. Belki her zaman zor biriydim ama zor müşteri olmak yıllarımı aldı.
Çocukluğumda devir satıcıların devriydi. Seçenek, esneklik, hizmet anlayışı.. Duyulmamış şeylerdi. Birşeyi olduğu gibi beğenmiyorsan, tek alternatif almamaktı. İki araba markası yaygındı, Murat serisi ve Renault. Bunları da almak için sıraya girilirdi. Mağazaların çoğu alınacak kıyafeti denetmezdi. Katlı kazak veya gömlekleri açıp bakmak olacak şey değildi. Mağaza personeli açıp gösterebilirdi ancak.
İade diye bir kavram yoktu. O yüzden alışveriş yapılacak yer iyi seçilmeli , bir tanışıklık olmalıydı ki insiyatif kullanıp üründe bir problem varsa çözsünler.
80’lerin sonuna doğru yavaş yavaş seçenekler oluşmaya başladı. Dışarıda yemek yeme kavramı yaygınlaştı. Yabancı arabalar Türkiye’ye geldi, tüketici güçlenmeye başladı ama henüz devir tüketicinin devri değildi.
Bu yıllar içinde sakin bir diyarımızda yaşayan kendi halinde bir ailenin çocuğuydum. Üniveristeyi bitirdikten sonra eğitime devam etmek için A.B.D. ye gittim. Bunun da ilk iki yılını daha mazbut iç yörelerde geçirdim. Orada ev için alışveriş yaparken duyduğum en şaşırtıcı şey bazı mağazaların sınırsız süre için iade aldıklarıydı. Elektronikte süre 3 aydı ancak diğer ürünlerde sınır yoktu. Bir arkadaştan faturasını doğal olarak saklamadığı bir bıçağı üç yıl sonra iade ettiğini ve o arada bıçağın fiyatı arttığı için daha yüksek bir rakam iade aldığını öğrendim. Tanıştığım bir başka kişi ise parasız kaldığında evde o mağazadan aldığı ne var ne yoksa toplayıp iade ettiğini söyledi. Bu mağazanın adı TARGET’dı. Mağaza kötü deneyimler artınca iade süresini kısaltmıştı diye hatırlıyorum.
İki büyük sabit telefon şirketi vardı: MCI ve AT&T. Birinden hizmet alıyorsanız bir süre sonra mutlaka diğeri arar ve bize geçerseniz dakika ücretiniz şöyle olur, şu kadar bedava süre veririz ilk geçişte gibi vaatlerde bulunurlardı. Sonra ilk faturada bir sürü yanlış hesap çıkar ve ama şöyle anlaşmıştık diye görüşmeler yaparak iade almaya çalışırdık. Belki de mücadele ruhu alternatiflerin paralelinde gelişmeye başladı.
O iki yıldan sonra benim için müşteri cenneti olan California’ya taşındım. Orada herkes kral/kraliçe muamelesi görüyordu. Mesela araba kiralayacağım, orta boy araba ayırtmışım (onların orta boyu burada büyük boy). Kiralık arabalar da ne hikmetse hep yeşil olur. Alacağım noktada giderim bana yeşil araba vermeyin derim. Siz üzülmeyin yeşil problemini çözemiyoruz ama Buick verelim derler. Böylece kendimi o boyutuyla rahat edemediğim koca yeşil Buick’te bulurum. Veya üç günlük tatile giriyorlardır, veridkleri araba kirası fiyatını yüksek bulurum, ellerinde kalacağına orta boy arabayı üstü açık bir Chrysler Sebring ile değiştiriverirler. Hatta üstü açık arabayla kontrol noktasından çıkarken “bu ne üstü açık araba alıp üstünü açmadan gidiyorsunuz” derler. Ama bavullar var filan demeden bir bakmışsın arabanın üstünü açtırmışlar, fotoğraf makinanı almış fotoğrafını çekiyorlar.



En basit bir cafe bile olsa her şeyi mümkün olduğunca sana göre ayarlamaya çalışırlar.
3-4 yıl kadar o ortamda yaşadım ve şımartılmış müşteriye dönüştüm. O müşteri Türkiye’ye döndüğünde zor müşteri olacaktı.
Türkiye’deki ilk maceramla devam edeceğim.